Köyümüzdeki Pür Keşiği ve Ayna Sakızı
Bu karlı kış günlerinde köyümdeki aklıma gelen geleneklerden biri de pür keşiğiydi.
Bu gelenek, hayvanlarımıza vermek için bütün köyün katıldığı bir ladin pürü (yaprağı) kesme bayramıydı. Sakızı da pürden toplar, bir çanak kırığında kaynatır, tasa döker parlatırdık.
Türkçemizde sıra ve nöbet anlamına gelen “keşik” de erken dönemlerden beri kullandığımız bir kelimedir. Bu yüzden Moğolca diyenler de çıkmıştır.
Keşikle ilgili köyümüzde o kadar gelenek vardı ki; yardımlaşma ve dayanışma kimliğimizin en önemli parçasından biri olmuştur.
Pür Keşiği, Yaprak Keşiği, Davar Keşiği, Sığır Keşiği, Süt Keşiği ve Su Keşiği gibi keşikleri sayınca neredeyse her işi keşikle yaptığımız sanılır.
Yüksek Toros dağlarında insan boyu kar olunca hayvanları dışarı çıkarıp otlatma imkanı kalmaz.
Her ne kadar yaz boyu toplanan saman, sonbaharda sökülüp ütülen gevenle hayvanlar beslense de özellikle küçükbaş hayvanlar yeşilliğe gereksinim duyar.
Kışın ortalarına doğru hayvanların ahıra bağlı kaldığı böyle günlerde köyün tellalı merkezi bir dama çıkar ve “Ahaleeeeeeeee.. duyduk duymadık demeyin yarın halkımız Dolama Yolda (Kavaklı, Abdineği, Şam Tösmeği, Kuru Dere de yıllara göre değişebilir) püre gidilecek!…”
Bu haberi alan mal sahipleri hayvanlarına taze ladin pürü (bizde iledin denir) getireceğinden çok sevinçlidir.
Son baharda da benzer şekilde “yaprak keşiği” verilir. Sonbaharda ladin pürü yerine meşe yaprağı verilir. Herkes kestiği meşe yapraklarını “bastırma” adı verdikleri kuleler şeklinde büyük yığınlar haline getirirler. Böyle kış günlerinde imece ile karın üzerinde kimi yüzdürerek, kimi sırtına alarak taşır.
Kadının erkeğin yaşlısı genci, çorun çocuğun herksin katıldığı yaprak ve pür keşikleri bir bayram havasında geçerdi.
Türküler söylenerek ağaç dalları kesilir, dallar üst üste yığılır büyük bir kızak gibi kar üzerinde sürünerek köye getirilirdi.
Pürü genellikle kara keçiler yerdi, Toros Geyiği gibi, bu coğrafyanın hayvanı olan kara kıl keçinin de en sevdiği şey bu ladin pürüydü.
Geven köklerini ise en fazla seven ineklerdi. Geven yiyen ineğin de sütü bol olurdu.
Biz çocuklar ise gevenin özünden çıkardığımız sakızına bayılırdık. Sıkça yırtılan defter ve kitaplarımızı, ya da el işi derslerimizde renkli yaprakları yapıştırırdık.
Benim gibi keçisi koyunu olmayanlar da pür keşiğine gitmeyi severdi. Nasrettin Hoca’nın, dostlar alışverişte görsün, dediği misal.
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!
Sürüsü olmayıp da benim gibi keşiğe katılan çocuklar, sakızı çok bir ladin dorusu (ağacın tepesi) bulur onu ayna sakız yapardık.
Ayna sakız ne diyeceksiniz?
Bir çanak çömlek kırığının dip kısmı bulunur, sakız onun içine konur ve ocakta odun ateşinde köpük haline gelinceye kadar kaynatılır.
Kaynatılan sakız bir tas soğuk su içine dökülür, dökülen sakız tasın içinde ayna gibi donar ve gemi gibi yüzmeye başlardı.
Başlangıçta bisküvi gevrekliğinde olan bu sakız çiğnedikçe yumuşar ve lezzetli bir hal alırdı. Hiçbir olumsuz yan etkisi olmayan bu sakızın olumlu olarak mideye faydası sıkça konuşulan bir şeydi.
İşi eğlenceye çeviren insanımızın o mutlu günlerinin özlemiyle.
Oyuncağını, çikletini kendi icat eden çocukların maharetiyle,
Ladin pürü ile beslenen doğal gıdalarla beslenen köylümüz nerde.
İnsanımız geçmişini arıyor.Yapaylaşan dünyadan kaçacak yer arıyor.
İnsan boyu karda pür keşiğinde sahi üşüyor muyduk?
Ladin püründen kızaklarımızda kayıyorduk(bizim ağzımızda zıyınıyorduk) hasta oluyorduk ama mutluyduk.. Saygılarımla.